Hayata bu kadar sıkı sarılmamızın ve yaşamın bu kadar kıymetli olmasının sebebi, ölümdür. Şaşırtıcı bir çelişki gibi gözükse de, aslında ölüm insanı diri tutar. Bir gün mutlaka öleceğini bilen insanın, hayatta kalma çabası, kalamasa da geride bir iz bırakma hırsı, insan medeniyetinin temelini oluşturur. Fikir adamları öldükten sonra, düşünceleri yaşasın ister. Bunun için zorlar kendini. Bir mimar, eserleriyle konuşulmak, hatırlanmak ve yüzlerce yıl hayatta kalmak ister. Canlılardaki üreme eylemi, ölüme karşı en ciddi itirazdır. Kendi ölse de çocuklarının, onların çocuklarının, neslinin bir şekilde kendisini yaşattığını düşünür. “Ölümsüz eserler”, ölümün varlığı nedeniyle doğar Soy ağaçları, zincirleme yaşam arzusunun ve ölmeme çabasının bir şemasıdır. Bir bestekarın tek arzusu, öldükten sonra nağmelerinin insanların dilinde dolaşmasıdır. Müzisyen aslında, etten kemikten olan bedeni çürüdüğünde, ruhunun form değiştirip, notalardan oluşan bir sese dönüşmesini ve yaşamaya devam etmesini istemektedir. Ressamların tuvallerinde de durum aynıdır. Nasıl ki, Rodin, Da Vinci yüzlerce yıldır var olduysa, her ressam onlar kadar yaşamak ister. Kendinden sonra, bedenini renklere büründürüp, bir tabloda sürecek yaşama hazırlar kendini. Ölüm olmasa şairler bu kadar tutkulu şiir yazamadı. Mevlana Mesnevisiyle, Hayyam Rubaisi ile bu kadar yıl yaşamazdı aramızda. Ölüm, yaşamın tutkusudur aslında Aşkı coşkun ve ölümsüz kılan şey, maşukun ölecek olmasıdır. Var olan maşukun, aşkı diri değildir. Ancak maşuk ölünce aşkın kendisi, aşığın ve maşukun yaşamını üstlenir ve sürdürür. Leyla ile Mecnun yaşarken bu kadar diri değillerdi. Ölüm, yemeğin lezzetini arttıran tuza benzer. Tuzun bizzat kendisi tek başına yenmez, sevilmez. Ancak yemeğin lezzeti de tuz olmadan ortaya çıkmaz. Ölüm, yaşama lezzet veren tuz gibidir. Ölümsüz olmak için binlerce yıldır uğraşan insanoğlu, bu sayede ne buluşlar, ne bilimler keşfetti. Ölümsüzlüğü bulamadı ama yaşamın akşını değiştirecek hikmete ve bilime ulaştı. Aslında ulaşmak istediği ölümsüzlük iksirinin, bir zehir gibi, yaşamını perişan edeceğini, tadını kaçıracağını, hayatın birden anlamsız olacağını fark etmiyor insan. İnsan hiç ölmeyeceğini bildiği anda ölür asıl Ölmeyeceğini bildiğinde, insan mutsuz olur, üretkenliği durur, yaratıcılığı biter. İnsan yaşamı gelişmez, kaos olur. Ne şaşırtıcı değil mi? Ölüm, sadece hayatı anlamlı yapmıyor aslında, yaşama bir düzen ve tertip de getiriyor. Ölümsüzlük yapma çiçekle, canlı çiçek arasındaki farka benzer. Biri tazedir, mis gibi kokar, baktıkça güzelliği görülür. Dokununca canlılığı ve enerjiyi hissedilir, ölmemesi için üzerine titrenir. Yapma çiçek ise, taze değildir, kokmaz, dokununca etki yapmaz, enerji vermez. Ölmemesi için bir şey yapılmasına gerek yoktur. Bir yere konur ve orada unutulur. Çiçeğin güzelliği, ölecek olmasından kaynaklanır.
.Ana rahminden geldik pazara,Bir kefen aldık döndük mezara...
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 817764
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.