Teknobilimsel bir dünya sistemi içerisinde, insani duyarlıklar temsil edilemiyor. İnsani duyarlıkların temsil edilmediği bir dünyada çok karmaşık süreçler/dönemler yaşıyoruz. Küreselleşme süreçleri kültürel parçalanmalara neden olduğu gibi, kimlik parçalanmalarına da neden oluyor. Bugünün dünyasını, küreselleşen dünyayı neoliberal akıl şekillendiriyor. Bugünün insanlık dışı gerçekliklerinden büyük ölçüde neoliberal akıl sorumludur. Bunun yanında, neoliberal demokrasiler de, bütün değer sistemlerini dejenere etmeye devam ediyor. Her şey bir gösteri nesnesine dönüştürülürken, “din” de bütün bunlardan nasibi alıyor. Şimdinin dünyasını anlayabilmek için, üzerine basabileceğimiz çok sağlam bir zemine ihtiyacımız var. Müslümanlar olarak yeniden radikal temellendirmeler yapmak zonudayız. Düşünsel tanıklıklar, siyasal tanıklıklar, edebi tanıklıklar, her zamandan daha çok önem kazanıyor. İslami dil, siyaseti ve edebiyatı birlikte içeren bir dil’dir, bu nedenle toplumsal/siyasal sorunlara kayıtsız kalamaz. İnsanın kendisi olmaya çalışması, hayata, dünyaya kapalı olması anlamına gelmez. İçsel etkinliklerimizi, zenginliklerimizi, birikimimizi topluma, dünyaya yansıtmadığımız takdirde, bütün bunların hiç bir değeri olamaz. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, kamusal alana dahil olurken, İslami olmayan bir alana girmiş, oluyoruz. Çünkü, kamusal alan seküler/liberal/kapitalist dünya görüşleri tarafından ele geçirilmiştir. Müslümanlar olarak bu noktada eleştirel tanıklıklar yapmadığımız, konunun düşünce hayatımızın, edebiyat hayatımızın, siyasal hayatımızın gündeminde bulunmadğını hatırlamak ve hatırlatmak gerekir. ÖNYARGILARIN TRAJİK ÖNYARGISIZLIĞI Bugün, neoliberal bireyselciliğin neden olduğu ilgisizlik ve kayıtsızlık kültürü bütün toplumlarda hızla yayılıyor. İnsanlık acılarını izleyen bir insanlığın dünyasında yaşıyoruz. Ötekilerin, ötekileştirilenlerin, toplumsal/kültürel gerçekliklerine bütünüyle kapalı olan, bu gerçekliklerle ilgili olarak yalnızca önyargıları olan, bu gerçeklikleri anlamak istemediği gibi, bu gerçeklikleri yargılayan, tahrik eden bir dünyada yaşıyor olmak, ırkçılıklarla kuşatılmış bir şekilde yaşıyor olmak anlamı taşır. Bizler, Müslümanlar olarak, modern zamanlar boyunca önyargıların trajik ahlaksızlıklarına maruz kaldık. FİİLİ TECRÜBENİN ÖNEMİ İnsani ve ahlaki bir dünyada, medeni bir dünyada yaşadığımızı iddia edebilmek için, farklı insanların, kültürlerin, toplumların, hayatların var olma biçimlerini, temsil ettikleri değer sistemlerini fiilen tecrübe etmemiz gerekir. Fiilen tecrübe etmediğimiz, karşı karşıya gelmediğimiz, hangi alana ilişkin olursa olsun alışveriş yapmadığımız dünyaları/kültürleri bir bütünlük içerisinde öğrenmekiz, değerlendirmemiz mümkün olamaz. Bencilliklerin, kibrin ve çıkarların sınırlarını aşarak, bir anlam dünyasına katılmak mümkün olabilir. İnsanların, sahip oldukları zenginlikler yoluyla kimlik ve kişilik kazanmaya çalıştığı, mutluluk uzmanlarının reçeteleriyle hayatlarını sürdürebildikleri bir dünyada, anlam ve bilgelik sistemlerini ayakta tutmak her geçen gün daha zor hale geliyor. SÖMÜRGECİLİK VE EMPERYALİZM Öteki üreten, karşıtlık üreten bir kültür, faşist bir kültür olduğu için, kendini ötekinin yerine koyamaz. Kendilerini, sömürülenlerin, işgal ve işkenceye maruz bırakılarak aşağılananların, insan yerine konulmayanların, madunların, mahrumların, mazlumların, mülksüzleştirilen, yersizyurtsuzlaştırılan, mülteci konumuna mahkum edilenlerin yerine koyarak düşünmeyenler terörün nedenlerini anlayamazlar, terörü önleyemezler. Dünyaya, gerektiğinde mazlum ve mahrumların gözleriyle, duygularıyla bakmayı öğrenmek gerekir. Başkalarının acılarını hissetme, paylaşma yeteneğinden yoksun olan, ırkçı-ideolojik-dini-ekonomik ihtiraslar adına bu acıları çoğaltan, benzersiz insanlık acılarını umursamayan bir dünyaya, her şeyden önce, en büyük terörün, en kapsamlı terörün, en yıkıcı/yakıcı terörün, rakipsiz terörün sömürgecilik ve emperyalizm olduğunu hatırlatmak gerekir. Filistin halkının ve ülkesinin maruz kaldığı siyonist sömürü/emperyalizm ve soykırım karşısında, dünya sisteminin takındığı tavır, bu sömürü ve emperyalizmi bir şekilde onaylayan tavır değişmedikçe, Uluslararası siyasetin “terör” konusundaki yaklaşımları asla ikna edici olamaz. MEDENİLEŞMEK MESELESİ İslam dünyası ülkeleri olarak bilinen ülkeler, İslami kaygılar temelinde bir iç/dış politika perspektifine sahip olsaydılar, ulus-devlet çıkarları temelinde değil, etnik çıkarlar temelinde değil, mezhep çıkarları temelinde değil; Müslüman toplumların ortak çıkarları, hassasiyetleri, beklentileri temelinde hareket ediyor olacaklardı. Etnik asabiyete dayalı şiddetin, mezhep asabiyetine dayalı şiddetin toplumlarımızın gündemine girişi utanç vericidir. Etnik- ideolojik-mezhepçi ötekiler icat edilmemiş olsaydı, farklı hayatların bir arada sorunsuz yaşamaları mümkün olabilecekti. Kaybolmaya yüz tutan büyük bir bilincin peşinde koşanlar, bu büyük bilinç doğrultusunda tanıklıklar yaparak bir bilinç anıtına dönüşerek, İslami bütüne ilişkin bir dil ve irade oluşturabilmeli, bir etnisiteye, bir mezhebe, bir cemaate, bir partiye vb. Bir “din”e katılır gibi katılmamalıdır. Bunun için, her şeyden önce ucuz klişeleri yıkmak gerekir. Medeniyet kavramı sıradan/hamasi/popülist bir kavram değilse eğer, mutlaka medeni olmak gerekir. Medeni insanlar hiç kimsenin milliyetini ve mezhebini sorun haline getirmezler.
Teknobilimsel bir dünya sistemi içerisinde, insani duyarlıklar temsil edilemiyor. İnsani duyarlıkların temsil edilmediği bir dünyada çok karmaşık süreçler/dönemler yaşıyoruz. Küreselleşme süreçleri kültürel parçalanmalara neden olduğu gibi, kimlik parçalanmalarına da neden oluyor. Bugünün dünyasını, küreselleşen dünyayı neoliberal akıl şekillendiriyor. Bugünün insanlık dışı gerçekliklerinden büyük ölçüde neoliberal akıl sorumludur. Bunun yanında, neoliberal demokrasiler de, bütün değer sistemlerini dejenere etmeye devam ediyor. Her şey bir gösteri nesnesine dönüştürülürken, “din” de bütün bunlardan nasibi alıyor.
Şimdinin dünyasını anlayabilmek için, üzerine basabileceğimiz çok sağlam bir zemine ihtiyacımız var. Müslümanlar olarak yeniden radikal temellendirmeler yapmak zonudayız. Düşünsel tanıklıklar, siyasal tanıklıklar, edebi tanıklıklar, her zamandan daha çok önem kazanıyor. İslami dil, siyaseti ve edebiyatı birlikte içeren bir dil’dir, bu nedenle toplumsal/siyasal sorunlara kayıtsız kalamaz. İnsanın kendisi olmaya çalışması, hayata, dünyaya kapalı olması anlamına gelmez. İçsel etkinliklerimizi, zenginliklerimizi, birikimimizi topluma, dünyaya yansıtmadığımız takdirde, bütün bunların hiç bir değeri olamaz. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, kamusal alana dahil olurken, İslami olmayan bir alana girmiş, oluyoruz. Çünkü, kamusal alan seküler/liberal/kapitalist dünya görüşleri tarafından ele geçirilmiştir. Müslümanlar olarak bu noktada eleştirel tanıklıklar yapmadığımız, konunun düşünce hayatımızın, edebiyat hayatımızın, siyasal hayatımızın gündeminde bulunmadğını hatırlamak ve hatırlatmak gerekir.
ÖNYARGILARIN TRAJİK ÖNYARGISIZLIĞI
Bugün, neoliberal bireyselciliğin neden olduğu ilgisizlik ve kayıtsızlık kültürü bütün toplumlarda hızla yayılıyor. İnsanlık acılarını izleyen bir insanlığın dünyasında yaşıyoruz. Ötekilerin, ötekileştirilenlerin, toplumsal/kültürel gerçekliklerine bütünüyle kapalı olan, bu gerçekliklerle ilgili olarak yalnızca önyargıları olan, bu gerçeklikleri anlamak istemediği gibi, bu gerçeklikleri yargılayan, tahrik eden bir dünyada yaşıyor olmak, ırkçılıklarla kuşatılmış bir şekilde yaşıyor olmak anlamı taşır. Bizler, Müslümanlar olarak, modern zamanlar boyunca önyargıların trajik ahlaksızlıklarına maruz kaldık.
FİİLİ TECRÜBENİN ÖNEMİ
İnsani ve ahlaki bir dünyada, medeni bir dünyada yaşadığımızı iddia edebilmek için, farklı insanların, kültürlerin, toplumların, hayatların var olma biçimlerini, temsil ettikleri değer sistemlerini fiilen tecrübe etmemiz gerekir. Fiilen tecrübe etmediğimiz, karşı karşıya gelmediğimiz, hangi alana ilişkin olursa olsun alışveriş yapmadığımız dünyaları/kültürleri bir bütünlük içerisinde öğrenmekiz, değerlendirmemiz mümkün olamaz. Bencilliklerin, kibrin ve çıkarların sınırlarını aşarak, bir anlam dünyasına katılmak mümkün olabilir. İnsanların, sahip oldukları zenginlikler yoluyla kimlik ve kişilik kazanmaya çalıştığı, mutluluk uzmanlarının reçeteleriyle hayatlarını sürdürebildikleri bir dünyada, anlam ve bilgelik sistemlerini ayakta tutmak her geçen gün daha zor hale geliyor.
SÖMÜRGECİLİK VE EMPERYALİZM
Öteki üreten, karşıtlık üreten bir kültür, faşist bir kültür olduğu için, kendini ötekinin yerine koyamaz. Kendilerini, sömürülenlerin, işgal ve işkenceye maruz bırakılarak aşağılananların, insan yerine konulmayanların, madunların, mahrumların, mazlumların, mülksüzleştirilen, yersizyurtsuzlaştırılan, mülteci konumuna mahkum edilenlerin yerine koyarak düşünmeyenler terörün nedenlerini anlayamazlar, terörü önleyemezler. Dünyaya, gerektiğinde mazlum ve mahrumların gözleriyle, duygularıyla bakmayı öğrenmek gerekir. Başkalarının acılarını hissetme, paylaşma yeteneğinden yoksun olan, ırkçı-ideolojik-dini-ekonomik ihtiraslar adına bu acıları çoğaltan, benzersiz insanlık acılarını umursamayan bir dünyaya, her şeyden önce, en büyük terörün, en kapsamlı terörün, en yıkıcı/yakıcı terörün, rakipsiz terörün sömürgecilik ve emperyalizm olduğunu hatırlatmak gerekir. Filistin halkının ve ülkesinin maruz kaldığı siyonist sömürü/emperyalizm ve soykırım karşısında, dünya sisteminin takındığı tavır, bu sömürü ve emperyalizmi bir şekilde onaylayan tavır değişmedikçe, Uluslararası siyasetin “terör” konusundaki yaklaşımları asla ikna edici olamaz.
MEDENİLEŞMEK MESELESİ
İslam dünyası ülkeleri olarak bilinen ülkeler, İslami kaygılar temelinde bir iç/dış politika perspektifine sahip olsaydılar, ulus-devlet çıkarları temelinde değil, etnik çıkarlar temelinde değil, mezhep çıkarları temelinde değil; Müslüman toplumların ortak çıkarları, hassasiyetleri, beklentileri temelinde hareket ediyor olacaklardı. Etnik asabiyete dayalı şiddetin, mezhep asabiyetine dayalı şiddetin toplumlarımızın gündemine girişi utanç vericidir. Etnik- ideolojik-mezhepçi ötekiler icat edilmemiş olsaydı, farklı hayatların bir arada sorunsuz yaşamaları mümkün olabilecekti.
Kaybolmaya yüz tutan büyük bir bilincin peşinde koşanlar, bu büyük bilinç doğrultusunda tanıklıklar yaparak bir bilinç anıtına dönüşerek, İslami bütüne ilişkin bir dil ve irade oluşturabilmeli, bir etnisiteye, bir mezhebe, bir cemaate, bir partiye vb. Bir “din”e katılır gibi katılmamalıdır. Bunun için, her şeyden önce ucuz klişeleri yıkmak gerekir. Medeniyet kavramı sıradan/hamasi/popülist bir kavram değilse eğer, mutlaka medeni olmak gerekir. Medeni insanlar hiç kimsenin milliyetini ve mezhebini sorun haline getirmezler.
Şimdinin dünyasını anlayabilmek için, üzerine basabileceğimiz çok sağlam bir zemine ihtiyacımız var. Müslümanlar olarak yeniden radikal temellendirmeler yapmak zorudayız. *** Asıl,temel,zemin.kaide burada ama açılmaya ihtiyaç var bunu da alim,profesör,filozof gibi ilimle yakından ilgilenen kişilerin servis yapması gerekiyor insanlığa. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 172938
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.